PAWEN -
  Zayıf dil yok, zayıf Kürt çok
 
Zayıf dil yok, zayıf Kürt çok
 
Mustafa Aydogan
 
Daha önce Kürtçe yazdığım bir yazıda da dile getirmiştim; en büyük sorunun Kürtçeden değil, Kürtlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Kürtçenin Cumhuriyet’ten bu yana yadsınarak, yok sayıldığı ve Kürtlerin korkunç bir asimilasyona tabi tutulduklarını anlatmaya gerek yok. Zorun gölgesinde yürütülen tüm çabalar onun eğitim dili olmasını engelledi, ama Kürt toplumunun dili olmaktan çıkarmaya yetmedi. Asimilasyon kıskacında ve tümden yasaklı olmasına karşın, Kürt çocuklarının büyük çoğunluğu yakın bir zamana kadar Kürtçe ile dünyaya gözlerini açıp, Kürtçe ile büyüdüler. Çünkü bir dilin varlığını sürdürebilmesi, onun kullanılarak, kuşaktan kuşağa aktarılmasından geçer. Kullanılmayan ve çocuklara aktarılamayan dil ise ölmeye mahkumdur. Kürtçenin kültürel bir miras olarak, özellikle son 30 yıla kadar kuşaktan kuşağa aktarılmayı güç te olsa, başarabildiğini söylemek mümkün. Ancak anılan dönemden bugüne kadar olan süreçte, kuşaktan kuşağa aktarılma konusunda çok ciddi sorunların yaşandığına tanık oluyoruz. Yani toplumun, bu kültürel mirasın devir teslimini eskisi gibi gerçekleştirmeyi becerebilme ile ilgili bir takım sıkıntıları olduğu görünüyor.
 
Kuşkusuz bunun, özellikle geçen yüzyılın son çeyreğinde gündeme gelen ve günümüzde de hala etkili olduğuna tanıklık ettiğimiz değişikliklerle ilişkili olduğu gerçeğini gözardı edemeyiz. Bu konu kuşkusuz bu tür bir yazının boyutlarını aşmakta ve çok daha kapsamlı bir incelemeyi gerektiriyor. Anılan dönemde, demografik yapıya yapılan müdahaleyle eşgüdümlü olarak dozu artırlan asimilasyonun, herşeyden önemlisi de, toplumu en savunmasız ve duyarsız olduğu koşullarda yakalamış olmasının, şu an varlığımızı tehdit eden özelliklere sahip yaşadığımız sonuçların ortaya çıkmasında belirli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu özelliklerin etkisini azaltabilecek mekanizmalara kavuşturulmadığı ve gerekli duyarlılığı gösteremediği sürece de, toplumun sözü edilen kültürel mirasın devir teslimini başarıyla yerine getirebilmesi çok güç görünüyor.
Kürtçe konusunda yanlış kanıların ve bu kanıların gerekçe olduğu tutumların da, asimilasyonun başarılı olması için daha elverişli koşulların yaratılmasına hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu nedenle bu konunun üzerine ısrarla gitmek ve toplumu aydınlatıcı etkinlikleri yoğunlaştırmak gerekiyor. Çünkü kendi dışındaki gerçekliği tüm boyutlarıyla göremeyen kimileri dünyaya küçük pencerelerinden bakmayı bir alışkanlık, bir özellik haline getirmişler. Kürtçeleri yeterli olmadığında, bunu Kürtçenin ”yetmezliğine” bağlarlar. Bu özellik, bu tür insanlarda Kürtçenin sınırlarının bu konudaki bilgileriyle sınırlı olduğu yanılgısını oluşturmaktadır. Onlara göre, zayıf Kürtçelerinin bir tek nedeni var: Kürtçenin ”zayıflığı”. Bu tür insanlar, Kürtçenin ”zayıf” bir dil olmasının, kendilerini yeterli bir biçimde ifade etmek için başka bir dili seçmek zorunda bıraktığını iddia ediyorlar.
Zayıf dil var mı?
Bu yazının, dilbilim okuduğumu gösterir bir biçime bürünmesini engellemek istiyorum, ama yine de okuyucunun hoşgörüsüne sığınarak, dilbilimde tüm diller için geçerli olabilecek kimi özelliklere, hiç olmazsa, en belirgin olanlarına değinmek gerektiğine inanıyorum. Dilbilime göre, insan dilininin üzerinde durulması gereken en önemli özelliklerinden biri, her sözcenin bir ikili diziliş düzene ya da yapıya sahip olmasıdır. ’Double artikulation’ denilen ve Türkçede ’çift eklemlilik’ kavramı ile karşılanan bu özellik, insan dilinin yaratıcı yönünü ortaya koymaktadır. Her sözcenin ”hem bir dizi anlamlı birimler (morfem) olarak çözümlenebilir, hem de her morfemin tek başına anlamı olmayan daha küçük birimler (fonem) olarak çözümlenebilir” biçiminde anlaşılması gereken bu kavramı ilk kez kullanan Fransız dilbilimci André Martinet ”İşlevsel Genel Dilbilim” adlı kitabında, ”Ne var ki eklemlilik teriminin, bütün dilleri gerçekten de niteleyen bir özelliği belirttiği de kuşkusuzdur” diyor. Adından da anlaşılacağı gibi, burada iki ayrı eklemlilik düzeyi söz konusudur. Birinci eklemlilik, en küçük anlamlı birimler olarak adlandırılan morfemlerden oluşmaktadır. İkinci eklemlilik ise, tek başına anlam taşımayan “en küçük işlevsel birimler”den, başka bir deyişle en küçük ayrımsal birimlerden, yani fonem denilen sesbirimlerden oluşmaktadır. Burada sözü edilen konuşma dilidir. Yazı dilinde ise, bu “en küçük işlevsel birimler” ya da ’en küçük ayrımsal birimler’ grafem ya da Türkçe deyişle yazıbirimler olarak adlandırılır. Dildeki bu genel özelliğin birinci düzeyinin dilbilgisel/gramatikal düzey, ikinci düzeyinin de fonolojikal denilen sesbilimsel düzey olduğunu anımsatmakta yarar var.
Daha 1800’li yıllarda bile, insan dilinin son derece sınırlı elementlerden sınırsız bir kullanım olanağını sağlayan bir sisteme sahip olduğu ve bunun tümel bir özellik olduğuna ilişkin görüşler belirtiliyordu. Bugün ise, bu konu daha çok açıklık kazanmış bulunuyor görünmektedir. Asıl olan genel özelliğin çift eklemlilik olduğu açıktır, ancak söz konusu eklemliliğin bütün dillerde aynı biçimde gerçekleşebileceği gibi bir yanılgıya düşmeyi önlemek için de, André Martinet’in ”İşlevsel Genel Dilbilim” adlı kitabının ”Her dilin kendine özgü bir eklemliliği vardır” alt başlığı altında, ”Gerçi bütün diller çift eklemliliği uygular, ama tümü de, kendilerini kullananların deneyim verilerini çözümleme ve konuşma örgenlerinin sunduğu olanaklardan yararlanma biçimlerine göre birbirinden ayrılır. Başka bir deyişle, sözceleri de, göstergeleri de her dil kendine göre eklemler.” dediğini belirtmek gerekiyor.
Bütün dilleri niteleyen bu çift eklemlilik konusuna değinen Ellegård da, Ulusal Ansiklopedi için kaleme aldığı anılan yazısında şöyle demektedir; ”Tüm diller ideal alfabetik yazımda büyük oranda harflere karşılık olan çok sınırlı sayıdaki sesbirimlerini (fonem) kullanır. Değişik dillerdeki sesbirim sayısı birkaç düzine ve yaklaşık yüz kadardır. Tek başına anlamı olmayan sesbirimlerin yardımıyla, sözcükler kurulur; örneğin t, a, m ses ya da harflerin kendi başlarına hiçbir anlamı yoktur, fakat onların yardımıyla, belli sayıda değişik İsveççe sözcük kurulabilir: tam, mat, ta (evcil, yemek, almak). İsveççedeki yaklaşık 30 fonemin yardımıyla, ilke olarak sınırsız sayıdaki tümcelerin kurulmasını sağlayacak, değişik anlamlara sahip yüzbinlerce sözcük kurabilir. Buna dilin çift eklemliliği denir.”
Dil nedir?” adlı kitabında, bu özelliğin insan dilinin en ayırtedici özelliği olduğunu belirten dilbilimci Mikael Parkvall da bundan hareketle, 23’ü ünsüz ve 7’si ünlü olmak üzere 30 foneme sahip hayali bir dil örneği üzerinde duruyor. ”Bu, ünsüz-ünlü yapılı 23x7=161 olası heceye yol açacaktı. Şimdi bir dilin sadece tek heceli sözcüklere sahip olması hayli olağandışıdır. Hayali dilimizin bir, iki ve üç heceden oluşabilen sözcüklere sahip olabildiğini var sayalım. Böylece 161 hecemizle 161+1612+1613=4,2 milyon sözcük yaratabiliriz.” Sadece bir ünlü ve bir ünsüzle yaratılan sözcüklerden ibaret olmayan, buna karşın ”spröjs” (pencere çıtasıİsveççe gerçekten sadece 161 heceye sahip değil, ama yaklaşık yarım milyon olası heceye sahiptir. Bununla 1,25x1017 ya da 125 triljon (bir, iki ve üç heceli) İsveççe sözcüğün yaratılması olanaklı olacaktı!) örneğinde olduğu gibi birkaç ünsüzün birbirini izleyebildiği hecelerden oluşan sözcüklere sahip İsveççeyi ele alan Parkvall, ilginç bir hesapla karşımıza çıkıyor:
 
Bunu, tekrarlama riskini de göze alıp, dilbilim kavramlarına uzak okuyucuları da düşünerek, daha başka bir biçimde söylersek, tüm dillerde son derece sınırlı sayıda ses var. Kendi başlarına bir anlamı olmayan bu sesler sayesinde yüzbinlerce anlamlı söz ve bu sözlerle de sayısız tümce kurulabilmektedir. Bu herhangi bir dilin ayrıcalıklı özelliği değil, tüm dillerin ortak özelliğidir. Bu tümel özellik doğal olarak Kürtçede de var ve bu nedenle de, dilimiz her dilde olduğu gibi, sınırlı sayıdaki tek başına anlamı olmayan elementlerden sınırsız sayıda tümce kurabilme özelliğine sahiptir.
Bu nedenle, Kürtçe konusunda yakınmaya konu olan temel noktalardan biri olan “dilin zayıflığı ya da fakirliği” sorununu, Kürtçedeki sözcük sayısının diğer dillerdeki sözcük sayısı ile karşılaştırılamayacak derecede sınırlı olduğuna ve bundan ötürü insanların düşüncelerini açıklamaya yetmediğine, ayrıca bu konudaki gereksinimi giderebilecek özelliklere sahip olmadığına ilişkin kanıyı değerlendirmek gerekiyor. Yukardaki saptamaların bu soruya verilecek yanıtı da içerdiğini biliyorum, ancak önemli olduğu için konuyu biraz daha deşmekte yarar görüyorum. Bu konuyla bağlantılı olarak yaptığım araştırmada, İsveç Dil Kurulu’nun İnternet sitesindeki soru-cevap bölümünde, 6. soru olarak yer alan ”İsveççede kaç sözcük vardır?” sorusu ve bu soruya verilen ‘hiçbir dilin başka bir dilden daha zengin ya da daha fakir olmadığı’ doğrultusundaki yanıt dikkatimi çekti. ”Yaşayan her insan dilinde olduğu gibi sonsuzdur. Her zaman yeni sözcük üretilebilir. … Bugünün tarihine kadar sözcük saymayı isteseydik bile, bu mümkün olmayacaktı. Yazılan ve konuşulan tüm sözcükleri nasıl bulabiliriz? Yazılanların tümü korunmuyor, konuşulanların tümü bundan da daha düşük derecede korunuyor. Sözlükler kararlaştırılan sayfa sayısına sığacak kadar sözcük içerirler. Bu da, hiçbir dilin başka bir dilden daha zengin ya da daha fakir olmadığı anlamına geliyor. Hepimiz sürekli yeni sözcükler öğreniyoruz. Kimi zaman hiç düşünmeden de yeni sözcük üretiyoruz. Dil kullanıcı değişik bağlamlarda, daha büyük ya da daha küçük olan farklı dağarcıklar gösterebilir. Fakat bu tür rakamlardan büyük sonuçlar çıkaramayız. Shakespeare toplu eserlerinde 29 066 değişik sözcük ortaya koymaktadır. Strindberg roman ve piyeslerinde 119 288 değişik sözcük ortaya koyuyor. Bu, Strinberg’in dil açısından dört kez daha yetenekli olduğu anlamına gelmez.” Magnus Ljung ve Sölve Ohlander de ortaklaşa yazdıkları “Genel Dilbilgisi” adlı kitapta, bu görüşü desteklemektedirler.
İsveç Dil Kurulu’nda çalışan araştırmacı Birgitta Lindgren de, kurula ait sitede yer alan, daha önce ”Språkvård” adlı derginin 1989 yılına ait 3. sayısında da yayınlanmış olan makalesinde, bir dilin sözcük açısından zengin ya da fakir olması ile ilgili kanıya verdiği yanıtta şöyle demektedir. “İsveçlilerin, İsveççenin sözcük açısından fakir olduğu kanısını dile getirdiğini sık sık duyarız; doğrusu, özellikle sözcük hacmi konusunda kesin bilgilere sahip olduğunu sanmamasına karşın, İngilizceyle karşılaştırıldığında, insanlar İngilizcedeki sözcük sayısının yine de İsveççedekinden daha fazla olduğuna inanır. Fakat sözcük sayısının saptanmasının olanak dışı olduğuna ilişkin şimdi söylenenler, kuşkusuz sadece İsveççe için geçerli değil, tüm diller için geçerlidir.” Sözcük sayısının sınırsız olduğunu, bundan ötürü de, bu tür tartışmaları anlamsız bulan Lindgren, ayrıca bir dilin başka bir dilden daha fazla sözcüğe sahip olup olmadığına ilişkin bir tartışmanın bize bir şey kazandıramayacağını, çünkü bunun olanaksız olduğunu belirtmektedir. Yukarda bir dilin sözcük sayısına ilişkin söylenenlerin, tüm diller için ve bu arada Kürtçe için de geçerli olduğunu ayrıca belirtmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
İlkel dil var mı?
Kürtçenin ”ilkel” bir dil olduğu savına gelince, buna Kürtler arasında da rastlamak mümkün. Kürtçeyi küçük görme eğilimi olarak ta adlandırabileceğimiz, dilbilimin nimetlerinden yararlanma olanağından uzak bu görüşe sahip insanların bir bölümünün, belki de yıllarca asimilasyona karşı mücadele etmiş, bunun bedelini çok ağır bir fatura ile ödemiş, ama çocukları anadilini hala konuşamayanlardan oluştuğunu düşünmek bile acı veriyor insana.
 
Ellegård, Ulusal Ansiklopedi’de yayınlanan ”İnsan Dilinin Doğası” adlı yazısıda, ilkel dil savına karşı çıkarak şöyle diyor; “Basit teknolojilere sahip insan kültürleri vardır. Fakat ilkel dil yoktur. Elbette bilimsel kavram ve olguları karşılayacak ifadelerden yoksun diller vardır, fakat tamamen kendi kaynaklarıyla ya da örneğin, İsveççenin son yüzyıllarda yaptığı gibi ödünç alma yoluyla onları üretebilecek tüm olanaklara sahiptirler.” 
 
İsveç’te mesleki konuların çevirmenlerinin yayın organı ”Facköversättaren” adlı derginin 2003 yılına ait 3. sayısında bu tür tartışmalara katılıp, kullanıcıları sayıca gittikçe azalan dil sayısına ilişkin bilgi veren, derginin yazarlarından Ingmar Johansson ise, ilkel dil tanımlaması konusunda bir uyarıda da bulunmaktadır. ”Yaklaşık her biri 1000’den daha az sayıdaki insan tarafından konuşulan 3000 dil vardır ve ”uygarlık” alanını genişlettikçe, avcılık ve toplayıcılık döneminin dilleri ile karşılaştırılabilen bu dillerin varlığını sürdürebilmesi daha da güç olacaktır. Buna karşılık, bir dili ilkel ya da gelişmemiş olarak değerlendirirsek, hata yapmış oluruz. Çünkü böyle diller yoktur. Onlar (diller) sadece kullanıcıların gereksinimlerine uyarlanmışlar.”
 
İnsan dilinin yaratıcı yönünü ve kullanıcıların gereksinimlerine uyarlanma özelliğini destekleyenlerden biri olan Prof. Tore Jansson da, ”Dil ve Tarih” adlı eserinde görüşlerini şöyle belirtiyor: ”Her dil istenildiği kadar sözcük ve sözce yaratma ya da ödünç alma olanağına sahiptir, dolayısıyla kuramsal olarak, her dil tüm şeyler için sözcüklere sahip olabilir. ... Dilde kullanılan sözcük ve sözcük dağarcığı dilin konuşulduğu kültürde gereksinim duyulan ve ona uygun olandır. Bu nedenle çok değişik kültürlerde kullanılan diller çok farklı sözcük dağacıklarına sahiptirler.”
 
Taiap: İlginç bir örnek
Stockholm Üniversitesi’nde Dilbilim okuduğumda tanıştığım ve düşüncelerine büyük önem verdiğim, anlambilim (semantic), söylem kuramı (discourse theory), dilbilgisi kuramı (grammar theory) ve tipbilimsel sınıflandırma (typology) alanındaki araştırmalarıyla tanınan ünlü dilbilimci Prof. Östen Dahl da ”Dilin bütünlüğü ve çok yönlülüğü adlı ders kitabında, Sepik ve Ramu ırmakları arasında bulunan Gapun köyünde konuşulan bir dilden, Taiap dilinden söz ediyor. Ellegård ve Johansson’un yukarda belirtilen görüşlerini destekleyen bir bakış açısına sahip olan Dahl, Stockholm Üniversitesi’nden Don Kulick ve Christopher Stroud adlı araştırmacılara dayanarak, Yeni Guinea’da bulunan bu köyde Taiap dilini konuşanların sayısının, 1987 yılı itibariyle 89 olduğunu belirtmektedir. Ancak bu yazıyı yazarken ziyaret ettiğim Ehnologue adlı İnternet sitesinde, bu sayının günümüzde 80’e düştüğünü saptadım. Anılan site, ayrıca dünyada sadece bir köyde varlığını sürdüren bu dili konuşanların tümünün 10 yaşından büyük olduğuna ilişkin bir bilgi de vermektedir. Avrupalı bakışla değerlendirildiğinde, bu kadar küçük bir grup tarafından konuşulan, okul, kitap, dil kurulu ya da dil akademisinden yoksun bir dilin, yaklaşık olarak ta, bütünlük ve zenginlik açısından büyük dillere benzeyebileceğinin inanılmaz gibi göründüğünü belirten Dahl, söz konusu grubun konuştuğu dilin neredeyse “ilkel” bir dil olduğunun düşünülebileceğine işaret ediyor. Bu yanlış kanıya varmamak için de şunları ekliyor: ”Belirgin farklılıkların bulunabileceği bir alan, sözcük dağarcığıdır. Yalnız bir köyde yüz kişi tarafından konuşulan bir dilin, büyük diller gibi, tüm teknik ve bilimsel kavramlar konusunda kendine özgü sembollere sahip olabileceğini bekleyemeyiz. Fakat bu bir anlamda yüzeysel bir farklılıktır. Gereksinim duyulduğunda, bütün diller kolay biçimde yeni şeyler için yeni semboller yaratabilir. Elli yıl önce, İsveççe de bilgisayar alanında herhangi bir terminolojiye sahip değildi. Dilbilgisi söz konusu olduğunda, ilkel diller bulabileceğini sanan kişi hayal kırıklığına uğrar. En küçük dillerin ve en az ”gelişmiş” gruplar tarafından konuşulan dillerin de açıklanabilmek için, dilbilimcilerin kavram araçlarının tümünü zorunlu kılıyor.” Anılan kitabında Taiap dilinden bir tümceyi de örnek veren Dahl, söz konusu tümcenin, İsveççe çevirisinde bulunmayan birçok dilbilgisel biçimbirim içerdiğini göstererek, Taiap dilbilgisinin farklı olduğunu, ancak İsveççe dilbilgisinden daha az kompleks olmadığını vurguluyor. Buna dayanarak, hayal kırıklığına uğramak istemeyen Kürde, Kürtçeye ilkel dil deme cehaletinden kurtulmayı öneriyorum. Bu açıklamalar da açıkça gösteriyor ki, Kürtçeyi ilkel bir dil olarak gören Kürt, zayıf Kürttür.
 
Bütün diller için geçerli özellikler sanıldığı kadar az değil
Tüm diller için geçerli ya da hemen hemen geçerli olan başka bir konu da, ad ve eylem arasındaki ayrım olarak gündeme gelmektedir. Belki tartıştığımız konu açısından bir ayrıntı gibi gelecek, ama tümellerin varlığını desteklemek için de olsa, buraya almakta yarar görüyorum. Bilindiği gibi, ad, sıfat ve eylem üç büyük leksikal sözcük türü olarak kabul edilir. Bunlardan sıfatın dilden dile değişim gösterebildiğini, bu nedenle de, örneğin; İsveççede sıfat olan bir sözcüğün başka bir dilde ad ya da eylem olabildiğini, bundan ötürü de, farklı dillerin sıfat konusunda birbirinden önemli ölçüde ayrılabileceğini belirten dilbilimci Östen Dahl, buna karşılık ad ve eylem arasındaki ayrımın ise, tüm diller için geçerli genel bir özellik ya da hemen hemen genel bir özellik olduğunu söylemektedir. Dahl bunu tümel ya da hemen hemen tümel bir özellik olarak kabul ediyor. Tümelleri daha da sıralamak ve dilin kökeni ve işleyişi konusunda doğuştancı görüşün temsilcilerinden Chomsky dahil, burada ileri sürülen savı destekleyecek birçok dilbilimcinin daha görüşlerini sunmak mümkün. Ama hepsini buraya ayrıntılı bir biçimde alarak, zaten uzayan konuyu daha da uzatmak ve böylece okuyucunun sabrını taşırmak niyetinde değilim. Ancak tüm dillerde ünlü ve ünsüzler ve bunların birleştilmesine ilişkin kuralların olduğunu, ayrıca tüm dillerde hece ve titreşimsiz kapantılar/patlamalılar bulunduğunu, Peter A. Sjögren’in “Genel Dilbilimde Kavramlar” adlı yapıtında da önemi vurgulanan, çizgisel ve hiyerarşik yapı olarak adlandırılan doğal dillerin iki temel yapısını, şimdiki zaman ile geçmiş zamanın her dildeki varlığını, ayrıca bütün dillerde içerik ile biçim arasındaki ilişkinin keyfi olduğunu ve Tore Jansson’un dediği gibi “temel özelliklerin dünyadaki konuşma dillerinde aynı olduğunu” belirtmeyi de, bütün diller için geçerli özelliklerin sanıldığı kadar az olmadığını göstermek açısından önemli görüyorum.
Bununla, tüm dillerin tamamen aynı olduğu ve aralarında hiçbir farkın olmadığını anlatmak istemiyorum. Elbette, tümel özelliklerin yanı sıra, her dilin kendine özgü özellikleri var ve kuşkusuz böyle olmasaydı, farklı dillerden söz etmemize gerek kalmazdı. Tore Jansson yukarda anılan kitabında dillerin farklı oluşlarına değinerek, bu konuda şöyle diyor; ”Diller ayrıntılarda birbirlerinden çok farklıdırlar. Yeni bir dil öğrenilmeye çalışıldığı zaman fark edildiği gibi, bütün düzeylerde hiç te aynı zorluk derecesine sahip değiller. Örneğin, İsveççe çok sayıda değişik ünlü ve ünsüzlerden oluşan hayli karışık bir ses düzenine sahip olmasına karşın, İspanyolca daha az sese sahiptir. Öte yandan İspanyolca eylemlerde, İsveççeden önemli oranda daha fazla çekim soneklerine sahiptir.” Bu açıklamanın yanlış anlaşılmayı önlemesini diliyorum.
Her dil toplumun gereksinimlerine uyarlanabilecek yaratıcılığa ve özelliklere sahiptir
Ethnologue dünyadaki dil sayısını 6912 olarak belirtiyor. Bu sayı kimi kaynaklarda 6528, kimilerinde 6089 olarak veriliyor. Başka kaynaklarda daha değişik sayılarla karşılaşmak olasıdır. Dünyadaki dil sayısı konusunda kesin bir rakamın verilmesinin çok güç olduğu konusunda hemen hemen herkes hemfikir. Dilbilimci Lars Gunnar Andersson ”Tipbilimsel sınıflandırma ve Dil akrabalığı” adlı eserinde, bunun en önemli nedenlerinden birini ”dil ve lehçe arasındaki sınırın net olmaması” diye belirtiyor. Andersson’un bu görüşü, birçok bilim adamı tarafından da paylaşılmaktadır. Ama çoğu araştırmacı dünyada 6000’i aşkın dilin varlığı konusunda hemfikir gibi görünüyor. Ulusal Ansiklopedi’de yayınlanan dünyanın en büyük 100 diline ait listede Kürtçe 54. sırada bulunmaktadır. Nüfusa ilişkin resmi olmayan rakamların temel alınması halinde, Kürtçenin sıralamada 18 basamak daha da yükseleceği ve 32. sıraya oturacağı kuşkusuzdur. Ethnologue dünyada her biri 10-99 insan tarafından konuşulan 344 dilin bulunduğunu belirtiyor. 204 dil için de konuşucu sayısı 1-9 olarak veriliyor. İngmar Johansson’un belirtiğine göre Östen Dahl’ın sözünü ettiği Taiap dili ise, yaklaşık 6000. sıradadır. İsterseniz Taiapı, isterseniz de kullanıcıları 1-9 arasında değişen dillerden birini alın, hangisini alırsanız alın, istediğiniz toplumun gereksinimlerine uyarlanabilecek yaratıcılığa ve özelliklere sahip olduğunu göreceksiniz. Bu dillerin tümü de çeşitli alanlara ilişkin karşılaşacakları terminoloji sorununu çözebilecek özelliklere sahiptir. Çünkü şimdiye kadar anlatılmaya çalışılanlardan çıkarılabileciği gibi, insan dili açık bir sisteme sahip. Bu sadece belirli bir dilin değil, bütün dillerin genel özelliğidir. Tüm bunlara rağmen, dilimizin “zayıflığının” hala ısrarla ve aşırı bir biçimde gündeme gelmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Suçu dilde mi, yoksa dilin sahiplerinde mi aramak gerekiyor? Ona siz karar verin.
 
Statü ve prestij
Diller ”İlkel,” “zayıf” ya da “zengin” olarak değerlendirilemeyeceğine göre, anılan gerekçelere dayanarak, dillerine sırt çevirmiş ya da çevirme eğiliminde olan Kürtleri, Kürtçeye ilişkin gerekçelerini bir daha gözden geçirmeye davet ediyorum. Öte yandan, bugün resmi dili Kürtçe olan bir devlet var ve tüm dillerin yaşayabileceği sorunlardan farklı bir sorun yaşamıyor. Kürtçe her alana ilişkin terminoloji konusunda da, diğer dillerden farklı sorunlarla karşılaşmıyor. Çünkü o da tüm diller gibi, insan dilinin tümel özelliklerine sahiptir. Dolayısıyla dillerin güçlü veya zayf olması değil, toplumdaki statülerinin, prestijlerinin çok önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bunun için zayıf ya da güçlü dil yerine, statüsü düşük ve statüsü yüksek dillerden söz etmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle satüyü yükseltmeye, prestiji artırmaya daha bir yönelmeliyiz.
 
Çünkü bugün Kürtçe hak ettiği statüye, layık olduğu prestije sahip değil. Onun Kürtler arasında da yeterli bir statüye sahip olduğunu iddia etmek güçtür. Başkalarından bir haksızlığı gidermek için statü talep edenlerin herkesten önce bu statüye inanmaları gerektiğini ve bunu da yaşam pratiğinde göstermek zorunda olduklarını düşünüyorum.
 
Yazının sonuna doğru vereceğim İsaac Bashevis Singer örneğinde de açıkça görüleceği gibi, başkalarından istemeden önce dilinizin prestijini yükseltecek bir tutum içinde olmanız şarttır. Eğer anadilinizin yaşamınızdaki statüsünü diğer dillerden aşağıya çekecek, prestijini düşürecek bir tutum içinde iseniz, başkalarından anadiliniz ile ilgili talepleriniz fazla inandırıcı olmaz ve bu konuda söz konusu tutarsızlık egemen olduğu sürece de, değerlerinize karşı bir konumda olmaktan öteye gidemezsiniz ve dilinizin de, sahile yanaşan her istenmeyen gemiye karşı azgın dalgaları geri gönderen bir kaya gibi durmasını sağlayacak koşulların yaratılmasına katkı sunamazsınız. Bu nedenle yaşamında Kürtçenin statüsünü, prestijini yüksek tutmayan Kürt te zayıf kürttür
 
Sahiplenme konusundaki duyarsızlık asimilasyonun işini kolaylaştırıyor
Konuşulduğu yuvaların ateşin gazabına uğradığı, yakılıp yıkılarak, yerle bir edilen evlerden yükselen dumanların gökyüzünü kara bir bulut gibi kapladığını biliyoruz. Bu koşullarda asimilasyonun başka hiçbir dönemle karşılaştırılamayacak biçimde bir alan işgaline yol açtığı ve böylece Kürtçenin alan kaybına uğrama sürecini hızlandırdığı gözlemleniyor. Ama bu süreci hızlandıran en önemli etkenlerden birinin de, toplumun değerler konusundaki duyarsızlığı olduğunu düşünüyorum. Bu duyarsızlık Kürtçeyi alan kavgasında daha güçsüz bir konuma düşürmektedir. Ve böylece sahip olunan alanları korumada güçlükler yaşanmaktadır. Bir dil daha önce egemen olduğu alanları yitirmeye başladı mı, geleceği konusunda kaygılanmak ve etkin önlemler almak bir zorunluluk olarak gündeme gelir. Çünkü bir dilin ölümünü koşullandırıran olgulardan biri de, söz konusu dilin alan terk etmeye zorlanarak, yerini başka bir dile bırakmasıdır. Çeşitli alanlara ilişkin terminoloji yaratması zorla önlenip, alanı daraltılarak, konuşulduğu toplumun gereksinimlerine göre uyarlanması engellenen bir dil elbette sıkıntıya düşecektir. Dünyanın değişik ükelerinde bu tür örneklere rastlamak mümkün. Kürtçenin böyle bir duruma düşmesini engellemek, yani dilin ekolojik krizini önlemek için bir yandan asimilasyon politikasına karşı çıkarken, öte yandan da toplumun tutumunda radikal bir değişimin yaşanmasına yönelik çalışmaların çok yönlü bir biçimde gündeme gelmesi sağlanmalı. Bundan hareketle, Kürtlere daha çok yüklenmek gerektiğine ilişkin görüşümü yineliyorum. Bu konuda toplumun tutumunun belirleyici bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle, bu dilin varlığını sürdürebilmesi için yeni kuşaklara aktarmayı gerçekleştirmek zorunda olanlara daha çok yüklenmek gerekiyor. Çünkü bugün eğer yeni kuşak anadili ile ilgili bir sorun yaşıyorsa, yukarda belirtildiği gibi, bunun nedenlerini sadece asimilasyon politikasında değil, Kürtlerin tutumunda da aramak gerekir. Son 30 yılda asimilasyonun işini daha kolaylaştırıcı bir tutumun sergilendiğine tanık oluyoruz. Kürtçenin sahiplenip savunulmasının slogan düzeyini aşamadığı bir gerçek. Bu sloganları atanların büyük bir bölümünün yaşamında Kürtçe, ne yazık ki, olması gereken yerde sahip değil. Bu durum Kürtlerin yaşamında belirgin bir biçimde görünüyor. Yoksa, hala anadili konuşmak için kararlara ve bu kararlar doğrultusunda her gün yeni bir biçimiyle karşılaştığımız kampanyalara gereksinim duyulur muydu? Bundan ötürü, sorunun kaynağı Kürtçede değil, Kürtlerde aranmalıdır. Çünkü zayıf dil yok, ama yeni kuşaklara aktarmada zayıf Kürt çok.
 
Yukarda da belirtildiği gibi, Kürtlerin özellikle de Kuzeyli Kürtlerin dili sahiplenme konusunda çok ciddi bir sorun yaşadıkları tartışma götürmez. Ama bu sahiplenme sadece sloganla değil, pratikte görülmeli. Bu konuda yazarlarımıza daha ciddi sorumlulukların düştüğüne inanıyorum. Polonya’da 36, Amerika’da ise 56 yıl yaşamasına rağmen, ne Lehçeyi ne de İngilizceyi yazarlığının dili olarak seçip, eserlerinde kendi deyimiyle, “annesinin mutfağında konuşulan dil”i, yani Yidişçeyi tercih eden ve bundan ötürü Yidişçenin bir edebiyat dili olarak varlığını sürmesinde azımsanmayacak katkısı olduğu belirtilen, 1978 Nobel debiyat ödülü sahibi İsaac Bashevis Singer’in durumunu, bir yazarın anadiline ilişkin nasıl bir tutum takınması gerektiğine iyi bir örnek oluşturduğu için önemli görüyorum. Herkesin ölmek üzere diye sandığı ve İkinci Dünya Savaşı sırasındaki soykırımdan ötürü sayıları azımsanmayacak oranda azalan Avrupa’daki Yahudilerin konuştuğu bu dili, bu tür çaba ve sahiplenmeler yaşatabilmektedir. İsveççenin bile resmi dil olmadığı –pratikte böyle bir statüye sahip olduğu halde- İsveç’te, Yidişçe beş azınlık resmi dilden biri olmasını, kuşkusuz buna benzer tutumlara borçludur. Bu örnek te bana şunu söyletiyor; “Annesinin mutfağında konuşulan dil”i sahiplenemeyen Kürt yazar da zayıf Kürttür.
 
Kendine yabancılaşmaya direnmek gerekiyor
Kürtçeyi yeterli bilmediği için bu dil ile arasındaki mesafeyi gittikçe açan insanlarımızın da farklı bir biçimde düşünmeye başlamaları ve koşullara teslim olmaktan vaz geçmeleri gerekiyor. Filler Sultanı’nda da anlatıldığı gibi, bir halkı bütünüyle yok etmek istiyorsanız, ilk önce diline yönelin. Onu başardınızsa, o halkı da amaçlarınız doğrultusunda değiştirip, başkalaştırabilirsiniz.  Özellikle dili yeterince bilmediğini öne sürerek, yaşamında başka bir dilin anadilinden daha yüksek bir statüye çıkmasını kabullenmiş görünen insanlarımızın, hiç istemediği halde, yaşamlarında Kürtçenin yok olmasıyla sözü edilen başkalaşmaktan, kendine yabancılaşmaktan kurtulamayacağı iyice görülmelidir. Bu nedenle, bu anlamdaki başkalaşmaya, kendine yabancılaşmaya direnmekten uzak bir tutum içinde olan Kürt te zayıf Kürttür.
 
Bu konuda Beşikçinin söylediklerini çok anlamlı buluyorum. ”Kürtleri yok etmek isteyenlerin soykırım yöntemlerinin mümkün olamayacağını anladıkları fakat dillerini yok ederek, başkalaştırarak ve kendisi olmaktan çıkararak yok etme yoluna gittikleri biliniyor” diyerek, Kürtçeyi yok etmenin temel gerekçesine dikkat çeken Beşikçi, anadili savunma konusundaki sorumluluğa işaret ederek, özellikle de yukarda değinilen Kürtçe konusundaki yetersizliğin gerekçe olamayacağını belirtiyor: ”Dili yeterli bilmek şart değil, ancak ısrarla mevcut bilinenle de olsa Kürtlerin o varoluş sebepleri olan dilleriyle konuşmaya çalışmaları gerekir.” Anadili ile sorunlu olduğunu düşünen Kürt aydınının, Beşikçi’nin bu anlamlı sözlerine biraz daha kafa yorması, hem Türkiye’de, hem de ülkemizin kuzeyinde böyle aydınların sayısının artması ve dünyada zayıf dilin olmadığı gerçeğine uygun olarak, zayıf Kürdün güçlü Kürt haline gelmesi dileğiyle…
 

KAYNAK: YENİPERSPEKTİF
 
  31913 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol